Güncel Haber Sitesi

Haber Takip Merkezi – Güncel ve Tarafsız Haber Sitesi – Ülkenin Nabzını Tutan Site

Ceyhan Usanmaz: ‘Ucu açık anlatıları daha çok seviyorum’

Ceyhan Usanmaz'ın öykü kitabı 'Kağıttan Kaplan' İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Usanmaz, "Sonunda her şeyin cevaplandığı hikâyelerdense 'ucu açık' anlatıları daha çok seviyorum" dedi.

Ceyhan Usanmaz: Kâğıttan Kaplan İle Yazma ve Anlatıcı Üzerine

Ceyhan Usanmaz, ‘Kâğıttan Kaplan’da birbirine dolanan, “yazmak” kadar “okumak” meselesini de işin içerisine dâhil eden öykülere yer veriyor. Yazmanın, kimi zaman da yazamamanın farklı tezahürleri, bu öykülerde kendisine yer buluyor.

Kâğıttan Kaplan, temelde yazma üzerine bir kitap olarak görülebilir. Yazma, yazmama veya yazamama, birer ruh hâli olarak hemen her öyküde kendisini belirgin bir şekilde gösteriyor. Bu hissi öykü karakterleri de açıkça okura hissettiriyor. Yazma arzusunu sende ve tüm bu karakterlerde bu kadar baskın kılan nedir? Yazmak, neden sonu gelmez bir iptila, bir arzudur?

Bir dönem, popüler müzik sanatçılarının klasik cevaplarından biriydi; şarkı söylemeye çok erken yaşlarda, evde mikrofona benzetilebilecek bir eşyayı (çoğunlukla tarak ya da televizyon kumandası olurdu bu) ellerine alıp ayna karşısında dans ederek başladıklarını söylerlerdi. Benzer bir durum benim için de geçerliydi; ben de elime bir kalem alıp bir kâğıdın karşısında roman yazdığımı hayal ederdim çocuk yaşlarda. Çocukluk döneminde kurulan hayaller, ne olursa olsun insanın peşini bırakmıyor sanırım; güçlü bir arzu… Yazma fikrinin, bir anlamda aynadaki yansımasından çok hoşlanmış olmalıyım ki hiç vazgeçmedim yazmaktan ama yayımlama aşamasına yeni adım attım. Kâğıttan Kaplan’daki öykülerde de bu “aşamaları” anlatmaya çalıştığımı söyleyebilirim.

“Ben anlatıcı”, kitaptaki öyküleri bütünlediği kadar yazmak konusundaki dürtüleri okurda da hayata geçiren, tüm o zayıf noktalara uyaran bir unsur olarak görülebilir. Okurun onunla kendisini hep karşı karşıyaymış gibi konumlandırması kitabı da şekillendirir.

Okur olarak da deneysel metinlerle cebelleşmeyi sevdiğim için, Kâğıttan Kaplan’da da deneysel/oyuncul öyküler yer alıyor. Başlıklar, epigraflar, öyküler arasındaki gizli bağlar, hatta bazı görsel unsurlar vs. Bunun bir parçası olarak, anlatıcılarla da oynamak istemiştim aslında. “Ben, sen, o, biz, siz, onlar” sıralamasını gözeterek… Açıkçası tam beceremedim, daha doğrusu kitap bu yoldan saptı ve ben de “müdahale” etmedim.

Hep bir isimsizlik, adı konulamamışlık hâli söz konusu. Bence bu okurla anlatıcı arasındaki örtüşmeyi artıran bir durum. Her şey genel bir çerçeveyle kuşatılır ve bu sırada anlatımsal açıdan deneme yapmaktan da geri durulmaz.

Ironi, öykü karakterlerinin sık sık başvurduğu ve içerisinde bulundukları ânlardan/olaylardan sıyrılmaya çalıştıkları özel bir başlık/konu. Hikâyenin kimi zaman en acımasız, çözümsüz anlarında başvurulan ironi, bir yandan anlatılardaki yoğunluğu kırarken diğer yandan okuru bir çarpışmanın orta yerinde bırakıveriyor.

İroniye başvurmak, genel olarak hep bir kaçışla özdeşleştirilir. Belki bazı gerçeklerle bir başa çıkma, gizlenme enstrümanı… Çok da yanlış değil elbette bu doğrultudaki bir düşünce ama her zaman için geçerlidir de diyemeyiz.

İstanbul’da tavşan arayışına çıkan yazar adayı, egosuyla mücadele eden hayalet-yazar- gazeteci, yazarlık atölyelerine giden anlatıcı… Tam da bu noktada aslında yazarlığın salt bir arzu olarak değil, aynı zamanda bir geçim kaynağı olduğu noktalara da rastlıyoruz. Klişelerle, ritüellerle ve bazı geleneklerle derdim var! Genel olarak yayıncılık dünyasındaki genel kabullerle de. Örneğin kitap okumanın bir “eğlenme” yöntemi olduğunun unutulması ya da unutturulmaya çalışılması gibi.